25 Aralık 2015 Cuma

PREGIO PIZZA

Beykoz Göksu Evlerinin içerisinde küçücük bir restaurant burası, Pregio. Gerçekten çok ama çok lezzetli pizzalar yapıyorlar, her gittiğimde yemelere doyamıyorum. :)

Henüz pizza yemekten makarna ve salatalarının tadına bakamadım ama pizza severseniz gidin ve deneyin derim.

Özellikle favorilerim Cheddarlı Biftekli ve İtalyan. Yengeç pizza da güzeller arasında. Bu arada pizza öncesi aşağıda gördüğünüz muhteşem bruschetta'yı yemeyi de aman atlamayın.


21 Aralık 2015 Pazartesi

CAFE NAR

Rumelihisar'ının meşhur kahvaltı mekanlarından birinde sıra; Cafe Nar. Yılların meşhur Kale Cafe'sini ayrı tutarak Cafe Nar'ın da çok güzel bir seçenek olduğunu söylemek isterim. 

Özellikle Pazar sabahları için güzle bir seçenek olmakla birlikte, sıra beklemeye hazır olmanız gerekiyor. malesef sabah 10 sonrasına rezervasyon almıyorlar. Gidip sıra beklemeniz şart gibi. Cafe'nin vale hizmeti de var.

Gelelim güzel yemeklere, seçenekler oldukça geniş. Bir dolu kahvaltı tabağından istediğinizi seçebilirsiniz. Hemen her kahvaltı tabağında meyveler de sizi bekliyor. Ayrıca çeşitli yumurta seçenekleri de oldukça lezzetli. Gözleme, börek vb seçenekler de mevcut.

Biz aşağıda göreceğiniz gibi yumurtalı ekmekli kahvaltı tabağı, otlu peynirli menemen ve bol meyveli peynirli kahvaltı tabağı seçtik. Özellikle otlu peynirli menemen muhteşemdi.



21 Kasım 2015 Cumartesi

İSPANYA - BARSELONA

Muhteşem... Hem eğlence, hem tarih, hem yemek, hem deniz, ne ararsanız bulabileceğiniz bir şehir Barselona... Gitmeyen varsa şiddetle tavsiye ediyorum.

Her zaman ılıman bir iklime sahip olsa da mümkünse Nisan-Mayıs-Eylül aylarında gidilmesi önerilir. Yazın fazlaca sıcak oluyor.

Önceliği Las Ramblas'a vermek lazım diye düşünüyorum. Bu cadde üzerinde bir çok sokak sanatçısına rastlayabilir, bir çok mağazada alışveriş yapabilir, cafelerde çay, kahve, bira, sangria içebilirsiniz. Las Ramblas'da bir çok çiçekçi de bulunuyor ve rengarenk çiçekler sizi mest edebiliyor. Meydandan (Placa de Catalunya) sahile doğru yürürken sağ tarafta La Boqueria'yı göreceksiniz. Burası içeride çeşit çeşit meyve, sebze ve deniz ürününün bulunduğu bir pazar. Öğlen gidip meyve salatası alabilir, Barselona sokaklarında dolaşırken meyvenizi yiyebilirsiniz. Pazarı gezmek gerçek anlamda çok keyifli, her yer rengarenk, capcanlı kendinizden geçip etraftaki herşeyden almak isteyeceğiniz kesin.

1 Kasım 2015 Pazar

GÖLYAZI - TİRİLYE (ZEYTİNBAĞI)

Uzun zamandır fotoğraflarını görüp gitmek istediğim bir yerdi Gölyazı. Kısa 29 Ekim tatilini fırsat bilip 2 günlüğüne Gölyazı-Tirilye gezisini yapmak istedim. Yenikapı'dan feribot ile Mudanya, oradan da 40-45 dk'da Gölyazı'ya gidilebiliyor.

Gölyazı aynen fotoğraflarda gördüğünüz gibi sakin ve müthiş manzaralı bir ufak adacık. Adaya varır varmaz gözlemeli bir kahvaltı sizi bekliyor. Zaten hemen her yerde gözlemeciler var. Yemeden dönmeniz pek mümkün değil. Adayı önce yaya olarak gezip ardından ufak bir tekne turu yapmanızı öneririm. Tekne turunda nilüfer çiçeklerini de görebiliyormuşsunuz. Tabii bu mevsime göre değişiyor sanırım, ben turda bir nilüfere rastlamadım şahsen :) Ama nilüferleri görmeseniz de tekne turu gerçekten çok keyifli, Uluabat gölünün eşsiz manzarında güzel bir gezinti olacağını söyleyebilirim.




26 Ekim 2015 Pazartesi

KANDILLI - IOKI

Suşi sevenlerden misiniz? O zaman size benim favorimi belirtmek isterim. Tabi ki IOKI. Ben genelde Kandilli'dekine gidiyorum. (Hemen Kandilli iskelesinin karşısında) Ama İstinye ve Ulus'ta da şubeleri var. 

Özellikle roll sevenlerdenseniz aradığınızı bulacağınız kesin. Menü gerçekten çok başarılı. Tiger roll, Crunchy roll, Crispy roll, California roll hepsi süper. Ama benim favorim (bir oturuşta 12 taneye kadar ilerleyebiliyorum :( ) Volcano roll.




Suşi seviyorsanız bir deneyin bence, pişman olmazsınız. Hem Kandilli'de güzel bir manzara izler, hem de muhteşem suşilerin tadına bakarsınız. Suşilerden bazılarının Japonya'da yediklerimden güzel olduğunu söyleyebilirim.

6 Ekim 2015 Salı

BURGAZADA - FİNCAN CAFE

Kışın bile keyifli Burgazada'yı tercihen bahar, yaz aylarında ziyart etmenizi öneririm. Ada meşhur Kalpazankaya'da gün batımı ile tanınmış olsa da sahildeki küçük balık restaurantları ile de görülmeye değer bence. En meşhurları Barba Yani, ama benim önerim Fincan Cafe/Restaurant. Vedat Milör tarafından da Burgaz'ın 4 gülünden biri olarak gösterilen restaurant bence kesinlikle denemeye değer. 

Adaya giderken göreceğiniz eşsiz gün batımı manzarası için bile değer buraya gitmeye. Bostancı'dan vapur ya da Mavi Marmara motorlarına binip yaklaşık yarım saat/ 40 dakikada adada olabilirsiniz. Motor programı için tıklayın.



30 Eylül 2015 Çarşamba

İNGİLTERE - LONDRA (TURISTIK)

Favorim de sıra;  Londra... Efendim evet havası biraz tuhaf olabilir, Temmuz'da yağmur yağabilir, kışın donabilirsiniz, bu nedenle biraz kasvetli olabilir, (tabii Mayıs ayında kısa kollu da giyilebilir (nadiren) ) ama ne olursa olsun Londra güzel şehir... Yaşanır mı? Bence yaşanır... Bazen havası ile depresyona sokabilir, o zaman atlayıp haftasonu için İstanbul'a gelmek lazım, orası ayrı :)

Şehir her haliyle güzel, her haliyle yaşanası. Her gidişimde farklı bir tat alıyorum ve daha da çok seviyorum Londra'yı... Bir kere kolaylıklarla dolu bir yer. Ulaşım inanılmaz. Sadece metro (müthiş aksanları ile İngiliz'lerin "tube" dediği :) ) değil, otobüs, tren vs şehircilik adına inanılmaz bir çalışma var Londra'da. Bir sonraki seçimde belediye başkanlarına ben de oy vermek istiyorum o derece. :) Londra'ya iner inmez bir oyster kart almanızı öneririm, bununla sadece metroya değil tüm toplu taşıma araçlarına binebilirsiniz. Yalnız binerken metro ile platform arasındaki boşluğa dikkat edin İngilizler bu konuda biraz hassas (Mind the Gap :) )



Bu arada havalimanı şehir içi ulaşım için metro, otobüs, tren seçeneklerinin dışında iyi bir servis için Swiss Cottage'ı deneyebilirsiniz. Fiyatlar oldukça uygun, konfor ise paha biçilemez. Özelllikle yüklü bir valiz ile dönüyorsanız :)

Malum İngilizler sağdan direksiyonlu araba kullanıyorlar. Buna bağlı olarak trafikte araçların geliş yönü de alışkın olduğumuzdan farklı. Farklı olmayı seviyorlar belki ama sizin için hayatı kolaylaştırmak için yollarda sürekli arabaların nereden geldiğini gösteren yazılar koymuşlar :) Nereye bakacağınızı bilin de bir kazaya kurban gitmeyin diye. Biraz "Walking for Dummies" tadında ama kesinlikle faydalı. Baktınız emin değilsiniz, iki tarafa da bakmanızda fayda var tabii. Zaten arabalar nereden geliyoru anlamaya başlayana kadar tatilinizi tamamlamış olacaksınız. :)



Ben Londra'yı sevdiğimden midir bilmiyorum hayatımın çok uzun bir döneminde hep bir bağım oldu benim Londra ile. Önce amcamın, sonra ve halen de bilumum arkadaşlarımın orada yaşaması, hep yurtdışındaki ilk durağım yaptı burayı. Ben sevdiğim için mi bu kadar hayatımın içinde hep, yoksa hayatımın içinde olduğu için mi seviyorum orası meçhul tabii. Ama aşağıda yazılanlar biraz peşpeşe sıralanmış aktiviteler içermekle birlikte aslında yaklaşık 15-20 kere gidilip toplamda geçen zaman olarak ise 6 aydan fazla zaman geçirilmiş bir şehir hakkında bir yazı olarak düşünülebilir... Ha bir de açık söylemek gerekirse çok objektif olamayabilirim Londra konusunda, seviyorum napiyim :)


                      

                     

28 Eylül 2015 Pazartesi

İNGİLTERE - LONDRA (YAŞAM / YEME-İÇME)

Londra'nın ne denli muhteşem bir şehir olduğunu aslında şu yazımda anlatmıştım. Ama bana yetmedi. Daha doğrusu zaman içinde gitmeler ve aksiyonlar arttıkça tek yazı Londra'ya yetmedi. O sebeple yazının bir bölümünü turistik olan bilgilere, bu yazıyı ise daha çok yaşam tarzı, yeme-içmeye ayırma kararı aldım. 

Öncelikle Londra'nın bence olmazsa olmazı pazarları. Hemen hepsine gittim, hepsinden ayrı bir keyif aldım. Aşağıda tüm pazarları kısaca özetlemeye çalıştım, umarım faydalı olur.

PAZARLAR
Nothing Hill Portobello Market 
Camden Town
Bricklane & Spitalfields
Boroughmarket
Broadway Market

Portobello Market'e gitmişken Nothing Hill'de güzel bir yürüyüş yapabilirsiniz. Pazar Londra'nın Batı kısmında, daha çok ikinci el eşyalar bulabileceğiniz sevimli bir pazar.


8 Ağustos 2015 Cumartesi

İTALYA - SİCİLYA (KATANYA, SİRACUSA, ORTIGIA, TAORMINA, MESSINA,CEFALU, MONREALE, PALERMO, CORLEONE)

Hem yaz tatili yapmak, hem de tarihi bir yolculuğa çıkmak istiyorsanız Sicilya sizin için güzel bir tatil rotası olabilir. Yalnız tercihen Mayıs ya da Eylül aylarında gitmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Ben Temmuz'da gittim 40 derecede gezmek biraz sıkıntı yarattı. Gerçi yazın gittiğinizde de gündüzü deniz tatiline ayırıp, akşam üstü itibariyle geziye geçebiliyorsunuz. Tercih size kalmış.

THY'nin Katanya'ya direk uçuşu bulunuyor. 2 saatlik uçuş oldukça kısa olsa da, bana mı denk geldi bilmiyorum ancak küçücük havalimanında bagajların gelmesi yaklaşık 1 saat sürdü. Sonrasında  bir de İstanbul'dan gelen uçaklardaki tüm bagajlar X-Ray'den geçirildi derken, toplam yolculuk 3,5 saat kadar sürüyor diyebilirim.

Katanya adanın Doğu yakasında. Ada deyince öyle küçük bir ada diye düşünmeyin. Araba kiralamadan Sicilya'da gezmeniz mümkün değil. Bu nedenle Sicilya tatilinde birinci ihtiyacınız araba ve Tomtom (Navigator) olacak. Araçları hemen havalimanının dışından kiralayabiliyorsunuz, Sicilya'nın dar sokaklarında rahat dolaşmak ve park etmek için tercihen küçük araç seçmenizi öneririm. Adanın bir haritasını koymakta fayda var. Benim gittiğim bölgeler Doğuda Katanya, Taormina, Messina ve Siracusa. Kuzey'de Cefalu, Monreale, Corleone ve Palermo.


5 Ağustos 2015 Çarşamba

JAPONYA

Japonya deneyimini ve yazılarını burada bir toparlamak istedim. Ülke olarak bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı Japonya bana, ama daha da fazlası gittiğim her şehrinde farklı bir şey katmış olması... O yüzden yazıları ayırıp yazmayı tercih ettim zaten, hepsi birbirinden başka bir deneyim ve sanki farklı bir tatil konusuydu. Ben Japonya'da Japon turist oldum ve sürekli fotoğraf çektim. Buraya bir bölümünü koyabildim ama inanın o manzaralar karşısında fotoğraf çekmekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi.



Japonya bana ne hissettirdi, biraz ondan bahsedeyim. Öncelikle insanların beklenenin aksine çok ama çok yardımcı buldum. Evet İngilizce'leri yeterli değil ama canla başla yardıma koşuyorlar. Yabancıları merakla süzüyorlar evet ama kötü kötü bakmak anlamında değil, anlamak anlamında. Çocukların bakışları genel olarak biraz daha garip oluyor tabii. Gözler onlara göre baya farklı olunca bir çok küçük çocukla dakikalarca bakışmalar yaşamışlığım var evet :)

İnsanlar birbirine karşı çok saygılı, hak yememek ve saygı göstermek konusunda gerçekten çaba harcıyorlar. Avrupa'lılarda da olan bu durum Japonlarda bir miktar daha ileri gitmiş, saygılı olmalarının yanı sıra daha "iyi" geldiler bana. Hep iyilik ister, hep iyilikten medet umar bir tavırları var. Tabii 10 gün genelleme yapmak için çok erken ama 10 gün içerisinde benim rastladıklarım böyleydi diyeyim. 

Bu arada alfabelerinin 2000 karakterden oluştuğunu ve hatta bazı karakterlerin direk kelime anlamı olduğunu öğrendim. 6 yaşında okula başlayıp yaklaşık 12 yılda öğreniyorlarmış, Kendi dillerinde okuma yazmayı öğrenmeyi 18 yaşında tamamladıkları düşünülünce çoğunlukla İngilizce bilmemeleri bana çok da tuhaf gelmedi açıkçası. :) Ama okuma yazmanın bu kadar sürdüğü bir noktada, mühendislik konusunda bu derece ileri gidebilmeleri de ayrı bir başarı noktası.

"Mühendislik" demişken Japonya'da en garip şeylerden biri de tuvaletlerdi :) Evet klozetleri inceleyip çözmeniz gerekiyor, üzerlerinde en az 5-6 düğme oluyor ve her birinin ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorsunuz bir süre. Klozet markaları TOTO :) Mesela aşağıdaki en basitlerinden biri. Nereden hangi suyu fışkırtmak istiyorsunuz, klozet kapanığı nasıl açıyorsunuz vs gibi türlü düğmeler var. Bir de klozetler alttan ısıtmalı :) Tuvalet olayını bir hayli önemsiyorlar yani :)


Bu arada Japonya dünya merkezine oldukça uzak, 11 saat uçuş ile gittiğimi söylediğimde rehbere çok az geldi. Çünkü 11 saat onlar için az. Bu nedenle zamanında Orta Asya'dan göç eden ve bu topraklara kadar gelen atalarımıza müteşekkir oldum ben bu tatil sırasında :) Oradaki dünya haritaları da haliyle bizim gördüklerimiz gibi değil. Ortada Japonya var. Sanırım herkese göre dünyanın merkezi kendi ülkesi.

Bir parantez de tabi ki hemen her konuda başlarına gelen kötü şeyleri kovma ve onların üstesinden gelme konusunda gösterdikleri üstün çaba için. Bu inanmışlık beni çok ama çok etkiledi. Su akar yolunu bulur felsefesini hayatlarının bu kadar içine koyabilmiş olmalarına hayran kaldım. Hemen her şehirde etkisini görmekle birlikte özellikle Kyoto beni ruhani olarak derinden etkiledi diyebilirim. Tapınaklar, türbeler ve her şeyden öte insanların yaşam şekilleri ve inanmışlıkları ruhuma dokundu sanıyorum. Kendinizi daha farklı bir moda sokma ihtiyacınız varsa özellikle denemenin faydalı olacağını düşündüğüm bir tatil rotası olduğunu söyleyebilirim.


TÜM JAPONYA YAZILARI

3 Ağustos 2015 Pazartesi

JAPONYA - TOKYO

Geldim bir türlü başlayamadığım şehre, Japonya'nın en büyük şehri olan Tokyo'ya... Ben Tokyo'ya Hakone'den Shinkansen ile geçtim. Burası hepinizin bildiği gibi gerçek bir metropol. Bence çok da düzenli ve oldukça güzel bir şehir. Tokyo'da tabi ki ilk dikkatinizi çeken şey devasa yapılar. Büyük büyük binalar, kocaman ve karmaşık köprüler. Öyle ki köprü konusunda neden Japonlara güvendiğimizi bir kez daha anladım, yalnız bir gerçeği de belirtmekte fayda var, kendilerine yaptıkları köprüler bizimkilerden biraz daha büyük ve gösterişli :) Ama sonuçta Asya ve Avrupa'yı bağlayabilmek bizim güzel köprülerimizin tekelinde olduğu için bence sıkıntı yok. :)


Köprü dışında devasa yapılardan biri de tabi ki Tokyo Tower. Japonya'da alışık olduğumuz üzere bu kulenin de bir dilek özelliği var. :) Kulenin ışıkları akşam güneş batınca yanıyor, şehirde herhangi bir yerde ışıkların yandığı anda görür ve dilek dilerseniz, dileğiniz oluyor. Ben tabi ki bunu da es geçmedim ve dileğimi diledim. Çıkıp çıkmadığını zaman gösterecek. Işık her dönem farklı renklerde yanabiliyormuş. Yani bu güzel kule sürekli kıyafet değiştiriyor. Özellikle akşam manzaralı bir yerden kuleyi izlemenizi öneririm. Yakından kuleyi en iyi görebileceğiniz yer Roppongi bölgesi. Yalnız insan yakından yandığını çok anlayamayabiliyor, gereksiz beklemeyin diye belirtmek istedim :)



26 Temmuz 2015 Pazar

BOZCAADA

Son Güncelleme: 2015

Bozcaada, Yunan adaları da dahil en sevdiklerimden ama ah o yol ve feribot eziyeti... Hele de tatil zamanı gidiyorsanız (yani bayram vs gibi) Bozcaada’ya gitmek için (İstanbul'dan) 2 kez feribota binecek olma fikri gerçekten çok ürkütücü. Ürkütücü olan feribota binmek değil de binebilmek için saatlerce sıra beklemek... Yine de değer mi? Değer... Ama seçeneğiniz varsa şayet, sizin tatil kabul ettiğiniz ancak resmi olarak tatil olmayan bir zamanda gidin :) 

Bu arada yeni uygulama ile en azından adadan dönüşte rezervasyon yaptırdığınız feribota biniyorsunuz, bu bile bir gelişme. Daha önce 4 saat önce araba bırakmak zorunda kalmışlığım var...


                                            

Ada’da görülmesi ya da yapılması gerekenler; buz gibi muhteşem denize girmek, şarap içmek, şarap almak (Corvus'a uğramadan, şarapları denemeden ve şarap almadan dönmek zaten mümkün değil), balık ve mezelere doymak, rüzgar santrallerinin orada gün batımını izlemek, muhteşem ev yapımı reçelleri tatmak...

JAPONYA - HAKONE (FUJI)

Fuji Yanardağı'nı görmek için ana üs olarak kullanılan Hakone bölgesine geldi sıra. Hakone'ye gitmek üzere Odawara istasyonuna Kyoto'dan yaklaşık 3 saatte Shinkansen ile ulaşabiliyorsunuz. Hakone'ye bir gün ayırmanızı öneririm. Böylece hem muhteşem Hakone Açık Hava Müzesini gezebilir, hem de Ashinoko gölünde bir tekne gezisine çıkabilirsiniz. Bu tekne gezisi sırasında da meşhur Fuji dağını görüp fotoğraflayabilirsiniz. 

Fuji'yi görmenin bir kaç yolu var. Biri bahsettiğim tekne gezisi, biri teleferik, bir diğeri de Pnshi Hakone Koen parkı. Malesef sis nedeniyle ben üçünden de göremedim ama olsun, havası da yetti :)

Hakone Açık Hava Müzesi gerçekten bir görsel şölen, hem doğa, hem heykeller çok etkileyici. Müzenin içerisinde bir de Picasso sergisi bulunuyor. Müzede gezerken ne tarafa bakacağınızı şaşırıyorsunuz. Bir yandan çiçekler ve ağaçlara, bir yandan da muhteşem heykellere bakıyorsunuz.




JAPONYA - NARA

Japonya'nın ilk imparatorluk başkenti olan Nara Kyoto'dan yaklaşık 45 dakika uzaklıktan bir şehir. Meşhur JR Pass'iniz varsa bu seyahat de sizin için ücretsiz olacak elbette. 

Nara'da tren istasyonunda iner inmez kendinizi yukarı doğru yürümeye verin. Görmeniz gereken 3 tane yer var. Todaiji Tapınağı, Kasuga-taisha shrine'ı ve Nara Parkı, meşhur geyik parkı. Aslında bunların hepsi parkın içerisinde bulunuyor.

Tapınak ve shrine genel olarak tüm şehirlerde gördükleriniz gibi ama geyik parkı denilen alan gerçekten yaşanması gereken bir deneyim. Parkın içerisinde neredeyse "evcil" hale gelmiş geyiklerin arasında geziyor, onları besliyorsunuz. Tabii parkın hemen her yerinde geyiklerin evcil olmadığı, saldırabildikleri gibi tabela ve bilgiler var ama tahmin edersiniz ki pek de dinleyen yok. Bu nedenle arada yiyecek peşindeki geyikler ile onları besleyen insanlar arasında bazı kovalamaca olayları da yaşanıyor. Geyikler de gerçekten yabani gibi değiller bu arada. Geyikler tanrıların habercisi oldukları kabul edilen 8. yüzyıldan beri parkta koruma altında tutuluyorlar. Ben geyikleri oldum olası çok sevdiğim için pek bir eğlendim bu parkta. :) Bu arada geyiklerden bağımsız olarak park da çok güzel. Bu harika parkın, ağaçların arasında yürüyüş yapmak ayrı bir keyif diyebilirim.

Japonya'ya giderseniz Nara'ya bir yarım gün uğrayın derim. 

20 Temmuz 2015 Pazartesi

JAPONYA - KYOTO

Kyoto Japonya'nın gördüğüm en eğlenceli ve güzel şehri, ben çok beğendim. Kyoto'ya Osaka'dan tren ile geçilebiliyor. Meşhur Shinkansen trenleri ile yaklaşık 25 dakikada Kyoto'da olabiliyorsunuz. 

Benim Japonya'da gördüğüm en güzel tapınak, bir Budist tapınağı olan Golden Pavilion'du. Gerek altın rengi tapınak, gerekse incelikle tasarlanmış muhteşem bahçesi görülmeye değerdi. Gerçekten çok beğendim burayı. 





JAPONYA - HIROSHIMA

Hiroşima gezisine başlamadan önce Japonya'ya turist olarak gittiğinizde yapmanız gereken ilk şeyi söylemeliyim, bir Japan Rail Pass edinmek. Bu kart tüm trenlerde geçiyor, bununla bütün ülkeyi şu meşhur hızlı tren olan Shinkansen ile gezmeniz mümkün. Ben JR Pass'imi tepe tepe kullandım, çok da memnunum :)

Hiroşima Osaka'dan Shinknasen ile yaklaşık 2 saat sürüyor. Bir ek bilgi daha, olur da tren saatinizi kaçırırsanız bilet için gittiğinizde size yer yok derlerse vazgeçip dönmeyin. Shinkansen'de sadece bazı vagonlarda yerler rezerve edilebiliyor. Ama rezerve edilecek yer olmaması trende yer olmadığı anlamına gelmiyor, diğer vagonlarda erken gidip binip yer bulup oturabilirsiniz. Vagonların üzerinde rezerve olup olmadıkları yazıyor. Ben bunu malesef acı bir tecrübe ile asıl treni kaçırıp, diğer iki trende yer olmadığını düşünüp 2 saat bekledikten sonra bindiğim Shinkansen'de öğrendim. Siz yapmayın :(

Japonya'da JR Pass dışında bir de şehir içinde metroda kullanmak üzere bir PASMO olmanızda fayda var. Bunu akbil gibi doldurup metroyu istediğiniz şekilde kullanabiliyorsunuz. 

Bu kadar yol bilgisi sonrası gelelim Hiroşima'ya. Osaka Shin-Osaka istasyonundan direk tren ile Hiroşima'ya gidebiliyorsunuz. Bu arada endişe etmeyin tren, metro vs tüm sistemler çok net kolay ve İngilizce tüm bilgilere ulaşabiliyorsunuz. 

Trenden indikten sonra Hiroşima'da yapacak iki şey var, biri meşhur Hiroshima Peace Memorial Parkı gezmek, diğeri ise Miyajima Adasına bir yolculuk. %99'u orman olan Miyajima adasına feribot ile gidiyorsunuz. Adadaki Itsukushima Shrine'ının önünde meşhur yüzen O-torii Gate sizi karşılıyor (Floating Torii Gate). Bunu fotoğraflamadan adaya gitmiş sayılmıyorsunuz. :) Adanın etrafında istiridye avlanıyor. Ada gidip görmek ve özellikle Torii Gate'i görüntülemek için faydalı.




JAPONYA - OSAKA

Henüz çok yeni tamamlanmış bir gezinin ardından bir an önce yazmak ve yaşadıklarımı mümkün olduğunca unutmadan buraya aktarmak istedim. Japonya fikri ilk nasıl çıktı bilmiyorum ama özellikle Afrika seyahatimden sonra artık Avrupa'ya değil de mümkün olduğunca uzaklara gidip oraları görmenin, orada yaşayan insanları tanımanın bana daha farklı hisler tattırdığını fark ettim. Ve Güney Amerika mı, Nepal mi derken kendimi Japonya'da buldum :)

Seyahat planı ilk olarak uçak bileti ile başladı her zamanki gibi, Osaka gidiş Tokyo dönüş uçak bileti alındı ve arası araştırılmaya başlandı. Japonya uzunlamasına bir ülke olduğu için aşağı yukarı Osaka-Tokyo arasında aradığınız her şeyi bulabildiğinizi söyleyebilirim. Sadece Hiroşima bu ikilinin dışında kalıyor, ona da Osaka'dan günübirlik gidip gelebiliyorsunuz.

Kenya Tanzanya seyahatine benzer olarak uçak bileti sonrası Japonya'da yerel bir tur aramaya başladım. Böylece sadece görmek istediğim yerleri bildirip ara program ve ayarlamaları onların yapmasını istedim. Internette ararken karşıma Backyard Travel çıktı, iyi ki de çıktı... Asya'da bir çok ülke için kişiye özel turlar ayarlayan bu şirkete internetten planımı ve beklentilerimi yazdım. 24 saat içinde benimle temasa geçip tam da istediğim detayda bir tur programı çıkardılar. Fiyat olarak da geçirdiğimiz tatil ve gezdiğimiz yerlere kıyasla oldukça makul kabul edilebilirdi. Şimdi turu tamamladığım için gönül rahatlığıyla yazabilirim. Backyard beni hiç şaşırtmadı, biz hata yaptık onlar yapmadı. (Tren kaçırmak vs gibi) :) Dolayısıyla Asya için bir tur planınız varsa, buradaki turlar ile ayarlamak yerine işi bilen ve güvenilir bir acenta ile size özel turlar ayarlamak isterseniz, Backyard'ı tavsiye ederim.

Neyse gelelim Osaka'ya. Aslında Osaka Japonya'da gördüğüm yerler arasında beni en az etkileyen yer. Japonya'nın 3. büyük şehri (Tokyo ve Yokohama'dan sonra). Görülmesi gereken yerleri Osaka kalesi, Sumiyoshi Taisha türbesi (shrine), bir de Umeda Sky Building'in üzerindeki Floating Garden Observatory. 

Osaka Castle manzarası oldukça etkileyici, bir de kalenin müzesini de şöyle bir gezip Samuraylar hakkında bilgi almanızda fayda var :) Japonya'da tarih boyunca iki önemli insan var, biri Emperor (imparator), diğeri ise Shogun (Ordunun başı). Shogun denince aklınıza Samuraylar gelebilir. Bu ikisi tarih boyunca bazen birlikte olmuş, bazen karşı karşıya gelmiş. İmparatorluk babadan oğula geçiyor ve sembolik olarak da olsa halen devam ediyor. Kale ve müze geçmişten günümüze shogun'ları detaylıca anlatıyor ve genel olarak Japon tarihi ile ilgili bilgi edinmenizi sağlıyor.



6 Temmuz 2015 Pazartesi

PAÇACI HİKMET

Bu sefer bir mekan anlatmak istiyorum, ben çok severim ama her bünyede aynı etkiyi yaratır mı bilmiyorum. Özellikle yemek ile ilgili şeyler çok göreceli malum. Mekanın adı Paçacı Hikmet Anadolu Yakasında oturup yolu Bostancı'dan geçenler farkında olmasalar da bu mekanın önünden geçmişlerdir. Tam Bostancı minibüs caddesinde, ışıklı tabelaları olan bir mekan.


İlk defa seneler önce bir arkadaşımın önerisi ile gitmiştim, sonra sonra Vedat Milör'e de konu oldu kendisi. Her gidişimde aynı kalite ve özen. Tabii siz sakatat, yağlı et vs yemem, sevmem diyorsanız baştan gitmeyin zaten, onu da belirteyim. 

Aşağıda gördüğünüz muhteşem tuzlama, özellikle akşam alkol sonrası uğrayıp sirkeli sarımsak ile içilmelik. Ben alkolsüz de içiyorum ama alkol almadan yiyemem diyenler için Paçacı Hikmek 24 saat açık.

1 Temmuz 2015 Çarşamba

ÇEŞME - ALAÇATI

Alaçatı'yı öyle genel anlamıyla anlatmayacağım aslında. Türkiye'de tatil beldeleri içinde favorim Kaş ve Bodrum değişmez bir şekilde. Ama Alaçatı da farklı bir dünya ve keyif. Yazın başında ve sonunda daha çok seviyorum ben Alaçatı'yı, daha sakin oluyor çünkü. Genel olarak denizi, plajı ve eğlencesinden çok beni asıl etkileyen, ara sokakları, dükkanları ve muhteşem restaurantları.

Son dönemde Alaçatı dediğimiz yer aslında Hacımemiş tarafına kaymaya başladı. Bu geçmişte İstiklal'den Asmalı'ya olan kayış gibi biraz galiba. Yazı Alaçatı üzerine genel bir yazı değil de yemek odaklı bir yazı olacak. "Yediğin içtiğin senin olsun, gördüklerini anlat" derseniz, ben onun tam tersini yapacağım birazdan :) Mümkünse gidin ve aşağıda bahsettiğim yerlerde, bahsettiğim şeyleri tek tek yiyin. :)

Öncelikle Cumartesi günleri kurulan pazara kesinlikle gitmenizi öneririm. Pazar Hacımemiş tarafında, Alaçatı terminalinin hemen yanında kuruluyor. Ege'nin tüm otları, rengarenk, taze meyve ve sebzeleri sizi bekliyor pazarda. Satın almasanız bile gezinmek gerçekten hoşunuza gidecek. Tabii alıp evinize götürüp yemenizi ayrıca öneririm.




1 Haziran 2015 Pazartesi

HASANKEYF

Mardin Midyat Hasankeyf yazıma ek olarak Hasankeyf hakkında biraz daha detay vermek istedim. Gitmeden önce hikayesini az çok bildiğim ancak, gidip gördükten sonra beni daha da etkileyen Hasankeyf'in tarihini bir miktar araştırdım. Bu araştırmaları kısaca derleyip sizinle de paylaşmak istedim.

Bölge Dicle nehrinin iki yakasına kurulmuş, tam olarak kimler döneminde yapıldığı bilinmemekle birlikte 12 bin yıl önce kurulduğu tahmin ediliyor. Bölgede daha önce hangi milletler yaşamış diye kısaca bir bakarsanız yaşamayan kalmamış diyebiliriz :) Asurlular, Urartular, Persler, Roma, Bizans İmparatorlukları, Abbasi, Selçuklu, Artuklu, Akkoyunlu ve son olarak Osmanlı... Medeniyetler beşiği demek yanlış olmaz.


Bölgenin en etkileyici eserleri Zeynelbey Kümbeti (Akkoyunlu döneminde yapılmış), Artuklu Köprüsü (Roma döneminde yapılan köprünün temeli üzerine Artuklu döneminde yapılmış), Sultan Süleyman Külliyesi ve Er Rızk Cami. Bölge tarih içinde gerek deprem, gerek Moğol istilası ile ağır tahribata uğrasa da bu güzel eserler bugüne kadar gelmeyi başarmış.

Bu kadar medeniyetin yaşam sürdüğü, bugüne gelmeyi başaran bu kadar eseri barındıran Hasankeyf şimdi Ilısu barajı yapımı ile savaşıyor. Yeni bir Moğol istilası denebilir buna belki de... Eserlerin tamamen su altında kalmaması için türlü projeler düşünülüp sunulsa da, sonuçta bunlardan biri uygulanabilecek mi bilen yok. Projelerin yapılabilirliği de ayrı bir mesele. Ilısu barajının farklı bir yöntemle Hasankeyf'e zarar vermeden yapılması başarılabilir mi, o da tartışılan konulardan biri.

Ilısu Barajı sonrası eserlerin bir kısmının da Yeni Hasankeyf'e taşınıp Kültür Parkında sergilenmesi planlanıyor. Ancak bunca yıla dayanmış bu eserlerin yerlerinden edilip taşınması sürecinde zarar görüp görmeyecekleri ciddi soru işareti yaratmıyor değil...

Yaşayıp göreceğiz, bakalım Hasankeyf bu istiladan da çıkmayı başaracak mı?




13 Mayıs 2015 Çarşamba

MARDİN MİDYAT HASANKEYF

Her tarafı tarih kokan bir gezi; Mardin, Midyat, Hasankeyf... Ben çok keyif aldım, giden bir çok insanın da benzer duygular ile döndüğünü tahmin ediyorum. Öncelikle kısa bir gezi planı yapmanız yeterli olacaktır. Ben bahsi geçen yerleri 2 tam günde tamamladım. Evet biraz yorucu oldu ama 3 gün bu tur için ideal diyebilirim.

Mardin benim hayalimde küçük Kudüs'tü aslında. Medeniyetler beşiği Mezopotamya'da farklı dil ve dinden insanın yüzyıllarca yaşadığı bir coğrafya. Ben hayalimdekini buldum, tek üzüntüm bu farklı kültürlerin büyük bir kısmının yok olmuş olması. Yani bölgede yaşayan Süryani ve Yahudi kişilerin sayısı yıllar içinde o kadar azalmış ki dokuyu sadece tarihi eserlerde hissedebiliyorsunuz. Normal hayatta bu mozaiği gözlemleme şansınız çok da olamıyor. Gönül isterdi ki o yüzyıllar süren yaşam şekli bu günde devam etseydi, insanlar yurtlarında hep birlikte yaşamaya devam etselerdi...

Neyse şehre gelecek olursam, turla gitmeyi tercih etmeyen benim gibi arkadaşlar için: Pegasus ve THY'nin Mardin'e hemen her gün uçuşları bulunuyor. Havalimanından şehir merkezine taksi ile gidebilirsiniz. Ben merkezde Dara Konağı isimli butik otelde kaldım. Öyle fazlaca bir lüks beklemeyin sonuçta taş evde kalacaksınız. Yok ben taş evde kalamam derseniz merkezin bir miktar dışında havalimanı yolunda Hilton bulunuyor. Bunun dışında Erdoba Konağı, İzala ve Reyhani Kasrı önerilen oteller arasında. Otellerin hepsi gayet merkezi. 

Mardin'de ana caddede yürüyüş yaptığınızda kendinizi tarihe tanıklık ettiğinizi hissediyorsunuz. Her yerde bir cami, medrese, kilise ile karşılaşmanız mümkün. Ayrıca daracık sokaklar ve küçük sarı taş evler sizi büyülüyor diyebilirim. Ben gider gitmez kahvaltı için öneri üzerine Seyri Merdin'e gittim. Ve gitmemle birlikte hayalimdeki Mardin kahvaltısının aslında sadece hayalimde olduğunu öğrendim. Çünkü Mardin'de kahvaltı özelinde bir şey yok. Yani peynir, ekmek, zeytin, değişik olarak kabul ederseniz tek şey ekmek yerine tırnaklı pide olması :) Ama Seyri Merdin'de manzara güzel, şehir güzel. Yani kahvaltı yapmak için iyi bir yer olduğunu söylemek mümkün. Yalnız dediğim gibi kahvaltı beklentisini düşük tutmakta fayda var.



İlk olarak geziye ana cadde üzerindeki Kırklar Kilisesi ve Zinciriye Medresesi ile başlayabilirsiniz. Zinciriye Medresesinden Ulucami manzarasına bir bakmakta fayda var. Rivayete göre zamanında Zinciriye Medresesi ile Ulucami arasında iki tane zincir varmış, zincirlerden biri akrep, biri yılanı temsil edermiş. Akrep olan zincir kopmuş. Bu sebeple bölgede özellikle yaz aylarında akrep sokması nedeniyle ölen çok olurmuş. Ancak kopmayan zincir insanları yılan sokmasından ve ölümlerden korurmuş...



6 Nisan 2015 Pazartesi

GAZİANTEP


Bir çok kez gitme fırsatı bulup bir türlü yazamadığım yere geldi sıra; Gaziantep.

Her türlü gitmeye değer. Yemek için, gezmek için, insanlarla sohbet etmek için...

Ama tabiki Antep deyince ilk başlanacak yer YEMEK. Antepte yemek sabah beyran ile başlar. Metanet'e gidip güzel acılı bir beyran çorbası ile güne merhaba demenizde fayda olacaktır :) Benzeri Kadıköy'de itfaiyenin karşısında var, meşhur Dürümcü Emmi'de. Bu vesile ile orayı da tavsiye etmiş olayım :)

Daha önce de yazdığım Halil Usta kesinlikle gidip kebabın tadına bakılması gereken yer. Halil Usta Zeugma Müzesinin hemen arka tarafında. Restaurant sadece öğlenleri açık, Ramazan’da tamamen kapalı. Burada küşlemenin tadına bakılmalı. 


18 Şubat 2015 Çarşamba

RADİKA - KOŞUYOLU


Uzun zamandır yazmak isteyip yazamadığım bir yere geldi sıra Koşuyolunda sakin, sessiz ve kendinizi Ege’de hissettiren ortamı ile Radika…



Koşuyolu özellikle son dönemlerde Anadolu yakasında sıklıkla tercih edilen bir yer olmaya başladı. (Belki uzun zamandır insanların farkında olduğu bir yerdi ama ben de yeni keşfetmiş olabilirim tabii J )

Ceviz Ağacı, Kirpi Café, Parfe Mio benim de özellikle tercih ettiğim yerler arasında. Ama ilk sırayı her zaman Radika’ya veririm. Öncelikle Radika Ege evi formunda, gerek yemekler, gerek de ortam itibariyle zaten kendinizi Ege’de hissediyorsunuz. Restaurant’ın güzel tarafı, hem sabah kahvaltısı, hem de de akşam Meze-Balık olarak tercih edilebilir olması.


Kahvaltıda serpme kahvaltı sunuyorlar. Kahvaltıda 5 çeşit peynir, salatalık-domates, tereyağ, zeytin, çeşitli reçeller, bal, kaymak, menemen, girit böreği, sucuk ızgara, ızgara hellim peyniri ve sınırsız çay servisleri var. Ücreti kişi başı 23 TL.



Akşam yemeğinde ise sınır sizsiniz. Özellikle karışık ege otları denemesi gerekenlerden. Ne zaman gitsem balığa gelene kadar mezelerle doymuş oluyorum. Ama mezeler zaten muhteşem. Levrek marin, ahtapot ızgara, fener kavurma, kalamar kokoreç denenmesi gerekenlerden.

Kısacası sakin, keyifli ve güzel bir yemek için tercih edebilirsiniz Radika’yı.

Afiyetle...

10 Şubat 2015 Salı

İTALYA - VENEDİK

Son Güncelleme: 2015

Ben daha önce neden yazmamışım acaba Venedik'i?. Aslında ilk gidişim değildi ama sanıyorum mecbur kalmazsam son gidişim oldu. Yanlış anlaşılma olmasın, kötü olduğundan değil de yeter yani. Temmuz sıcağında gördüm, karnavalda gördüm bence daha da görmeye gerek yok :) Kısacası bence Venedik tek görümlük bir şehir ama en azından bir kere görmenizi tavsiye edebilirim.

Venedik güzel, bir kere her şeyin ötesinde bir şehrin böyle küçük sokaklardan, kanallardan oluşması bile içerisinde gezerken, sokaklarında kaybolurken güzel bir his veriyor size. Hani şu sokaklarında kaybolun klişesi Venedik'te klişe değil. Gerçekten en büyük keyfi kaybolunca aldığınızı söyleyebilirim. Bu arada zaten o kadar karışık ve iç içe ki sokaklar kaybolmama olasılığınız da neredeyse yok.

Dediğim gibi ilk gidişim Temmuz ayındaydı ki sıcak gerçekten zorlayıcıydı. Tabii gondol sefası yapmak, kanallarda dolanmak için güzel bir hava olduğu söylenebilir. Bu sene yaptığım ise daha karnaval gezisiydi. Aslında Venedik karnavalının neden Şubat ayında olduğunu da sorgulamadım değil. Yani Brezilya'ya özendiler desem, bir noktada Kuzey Yarım kürede olduklarını biliyorlardır herhalde, yani Şubat'ta kış var malum. Neyse anlaşılacağı üzere soğuktu. İlk 2 gün yağmurlu olduğu için şehri sel bastı. Ama keyifliyfi. Yani şehir insanının su baskınına olan alışıklığı ve hemen adaptasyonu bile bence oldukça etkileyiciydi. İstanbul'da yağan ufacık bir yağmurda yaşanan kaosa kıyasla inanılmaz organize bir toplum olduğunu söylemek mümkün. Zaten gel-git şeklinde olduğu için sabah sular altında gördüğünüz yer iki saat sonra kupkuru olabiliyor. Sizin sadece ilk bulduğunuz mağazadan plastik bot almanız ve bu tip durumlar için kurulan platformlarda yürümeniz gerekiyor. (İlk gün platformları karnavalda kostümlü yürüyüşün yapılması için kurulduğunu sanmıştım, ama yağmuru görünce anlamam uzun sürmedi :) )






Neyse şehri anlatmaya geçecek olursam öncelikle havalimanından Venedik'e gitmek için iki opsiyonunuz var, merkeze varışı 25-30 dakika süren gidiş geliş 220 Euro olan özel botlardan kiralamak ya da ortak kullanım olan ama merkeze varışı 1,5 saat süren kişi başı 27 Euro olan Alilaguna botlarına binmek. Bütçe ve rahat anlayışınıza göre dilediğinizi seçebilirsiniz. Bu botlar ile San Marco'ya gidip otelinize yerleşebilirsiniz.