15 Kasım 2014 Cumartesi

İSVEÇ - STOCKHOLM

Bir haftasonu Nordic bir yerlere mi gitsek cümlesiyle başlayan plan, 1 saatin sonunda alınmış bir Stockholm bileti ile tamamlandı ve geçtiğimiz haftasonu Stockholm'e doğru ufak bir yolculuk yaptım.

Öncelikle Kasım ayının bu seyahat için aslında çok da uygun olmadığını söylemek mümkün, zira hava 1 derece idi. :( Daha önce böyle bir soğuğu Ocak ayında Prag ve yine Ocak ayında Varşova'da yaşamıştım sanıyorum. Stockholm'ü Ocak ayında düşünemedim, düşünmek istemedim. :) Ama diyebilirim ki siz dereceyi bilir ona göre giyinirseniz bir şekilde sıkıntı yaşamadan gidip gezip dönebiliyorsunuz.

Cuma akşamı THY uçağı ile gittik Stockholm'e. Uçuş 3 saat civarında sürüyor. Türk'ten çok İsveç'li vardı uçakta, onlar bizden daha çok tercih ediyorlar bu dönemde turistik geziyi sanıyorum (haliyle). Stockholm'e varışta Türk vatandaşları için biraz sıkıntılı sayılabilecek bir kontrol var. Gelen göçmenlerden o kadar sıkılmışlar ki "Hangi otelde kalacaksın"dan, "Neden geldin"e, "İsveç'te tanıdığın var mı"dan, "Otel rezervasyonunu görelim"e kadar her şeyi sordular. Ama davranış şekilleri çok kibar, yani sürekli bir şey sorup cevap istiyor ama gıcık davranmadan bunu yapabiliyorlar. Enteresan bir becerileri var :)  Neyse bu kontrollerin nedenini şehre girdikten sonra net bir şekilde anlıyoruz zira her yerde evsizler var. Hemen her sokak başında 2-3 kişilik aileler halinde yerde yatıyorlar. Geceleri nevresim takımlı yataklara dönüşüyor bu evler, gündüzleri toplanıp kutu haline getiriliyor. Evlerini toplayıp dilenmeye çıkıyorlar yani. Çoğunlukla göçmen ağırlığı Romen'lerden oluşuyor. Ama bir evin/yatağın yanından geçerken ev sahiplerinin Türkçe müzik dinlediğine de şahit olduk.

Havalimanı çıkışında sizi "Wellcome to my hometown" yazıları ile çeşitli sanatçı billboard'ları karşılıyor. Bu kadar çok ünlü İsveç'li olduğunu bilmiyordum. Türkiye'de olsa kim koyulabilir diye de düşündüm de baya zorlandım açıkçası.



Otobüs, taksi ya da tren (Arlanda Express) ile şehir merkezine gidebiliyorsunuz. 20 dakikada bir tren kalkıyor, biz tren ile gitmeyi tercih ettik, En kısa süren opsiyon tren çünkü, sadece 20 dk'da Arlanda havalimanında Stockholm merkez tren istasyonuna ulaşılabiliyor.

İlk gece varışımız biraz geç olduğu için hemen otel yakınında bir Bar'a gidip bir bira içtik ve ertesi günkü yoğun programa hazır olmak adına uyku moduna girdik.

Cumartesi programına başlamadan önce Stockholm hakkında bilgi vermek gerekirse toplamda 7 adadan oluşan şehir haritadan bakınca size büyük gelse de aslında her yere yürüyerek ulaşmak mümkün. Adalar arasında köprülerden geçip manzarayı seyredebiliyorsunuz. Ancak daha önce de belirttiğim gibi bunu yapabilmek için önce hava durumunu bilip ona göre giyinmiş olmak gerekiyor. Yürümek istemezseniz de şehrin her yerine metro ile gidebiliyorsunuz. Metro girişlerinde görevliler ve her tür sorunuz için size yardımcı oluyorlar. Kendi kendinize çözmeye çalışmadan direk onlara sorarsanız süper bir program ile gelebilirler karşınıza rahat olun. :)





Sabahtan ilk iş şehrin ana merkezi olan Gamla Stan adasına gidiyoruz. Burası küçük bir ada ve daracık sokaklardan oluşuyor. Vasterlanggatan isimli cadde üzerinde bir sürü küçük hediyelik eşya dükkanı var. Biz hepsine girip çıktık, oldukça keyifliydi. Royal palace da bu ada üzerinde, meşhur asker nöbet değişim seromonisinden hala bıkmadıysanız seyretmenizde fayda var. Biz bıktığımız için izlemiyoruz ve Gamla Stan'da Cafe Jerntorgith'de kahvemizi içip ufak bir mola sonra başka bir adaya doğru yol alıyoruz.






Stockholm dizayn şehri olarak adlandırılabilir, cam ile yaptıkları dizaynlar beni en çok etkileyenler oldu kesinlikle...








Royal Palace, asker değişim töneri burada yapılıyor. Millet yavaştan toplanmaya başlamış.




Gamla Stan ara sokaklar sonbahara teslim...



Bu arada Stockholm'de kaldığımız 2 gün boyunca hemen her yerde Türkler ile karşılaşıyoruz. Metro görevlisi, cafe çalışanı, üniversite öğrencisi vs vs İngilizce başlayan muhabbet bir noktada Türk müsünüz sorusu ve Türkçe konuşma ile devam ediyor. Sanırım İsveç'te İngilizce'den çok Türkçe konuştum.

Gamla Stan'dan botla Djurgarden'a geçiyoruz. İlk hedef oradaki Skansen açık hava müzesi. Burası gerçekten çok keyifli. Ufak çaplı bir İsveç yaratılmış. Hayvanlar, çiftlikler, köy evleri vs içinden gezerken İsveç köyü havası alıyorsunuz. Benim şimdiye kadar gittiğim en enteresan düşünülmüş müze/hayvanat bahçelerinden biriydi.

Etrafta sincaplar geziyor...




Ortam şu şekilde, kartpostal gibi...


Klasik bir İsveç köy evinin içi


Domuz arkadaşlar etrafta geziniyor, bu kısımda koku biraz rahatsız edici

Çiftlik hayvanları... Afrika'da Big 5 avından sonra İskandinav ineği görmek ne kadar etkili varın siz düşünün ama şöyle bir durum da var en azından burada hayvanların nerede olduğu belli. Dakikalarca aramak durumunda kalmıyorsunuz.





Kurtlar resmen poz veriyor, 3'lü bakış :)



Vaşak bir yüzünü göstermedi, zaten çirkin bir şey. Kaplan, Leopar, Çita varken yorumlamaya gerek yok.  :)


Kafesin ardındaki vakur baykuş

İsveç'te ayı da gördüm!


Ayı atlası :)

Bu arkadaş bizimle selfie bile çektirdi. Baya sıcakkanlı, sevecen bir hayvan.


Foklar muhteşem hayvanlar, bıkmadan izleyebiliyor insan dakikalarca. Komik, biraz şapşal bir tarzları var.



Ren geyiği, o boynuzu taşımak oldukça güç olmalı.

Skansen'de öğle yemeğimizi aşağıdaki barakadan alıyoruz. Burada tabii hotdog yok, haliyle balık var. Balıkla birlikte genel tercihleri patates püresi, biz de İsveçlilerin yolundan ilerleyip patates püresi ile yiyoruz. Çok lezzetli.





Skansen böyle bir yer... Müzeden çıkarken müze shop'a uğramayı unutmayın çok güzel tasarım eşyalar bulabilirsiniz.





Skansen sonrası motorla geri Slussen’a gidip, önceden hakkında çok okuduğumuz ve adanın "grunge" olarak belirtilen yeri olan Södermalm’a gidiyoruz. (Galata tadında demişlerdi ama ben emin olamadım, Galata çok daha keyifli bence) Buranın ana caddesi Götgatan. Oldukça büyük ve renkli bir alışveriş caddesi ayrıca türlü cafe, bar ve restauranlar da var. Södermalm’da Söderhallarna isimli çarşıya giriyoruz. Biraz Barselona La Boqueria tadında. Çikolata, peynir, sebze, meyve, et, kahve ne ararsanız var. Rengarenk bir market.






Akşam yemeği için geri Gamla Stan’a gitmeden daha önce alma planı yaptığımız Söderblandning çayının peşine düşüyoruz. The Tea Center of Stockholm’de varmış, ama dükkan 16:00’da kapanmış. Biz malesef 16:30’da varıyoruz ve Pazar günleri de kapalı olduğunu öğreniyoruz. Geleneksel Avrupa şehri olarak dükkanlar hep erken kapanıyor. Bir de Stockholm’de 15:30’da havanın karardığını düşünürseniz aslında çoktan akşam olmuş. Ben biraz hayal kırıklığına uğruyorum tabii zira vitrindeki çay kutuları inanılmaz dikkat çekici.


Akşam yemeği öneri üzerine Gamla Stan’da bir Viking restaurant’ında. Adı Aifur. İçeride sizi Vikingler karşılıyor ve tüm yemek ahalisine sizin adınız ve nereden geldiğinizi bağırarak içeri buyur ediyorlar. Restaurant’a alkışlar eşliğinde giriyorsunuz yani. Yemek olarak biz geyik yedik, başarılıydı. Az pişmiş geyik ve yanında kırmızı bira. Değişik bir deneyim, tavsiye ederim. Bu arada yemekte yanımızda Rus/Finlandiya’lı bir çift vardı, Türkiye’nin siyasi durumu, Gezi olayları ve mevcut Suriye ilişkileri konusunda detaylıca sohbet ettik. Baya bilgili olmaları şaşırttı bizi. Konu artık topraklarımızı bir hayli aşmış anlayacağınız. Sohbet bir hayli siyasi döndü ve sonunda suçlu Amerika olarak bulundu. Amerika'yı Soğuk Savaşta yenemeyen Rusya'nın da bu durumda payı olduğunu vurgulayarak Türk insanı olarak üzerimizden yükü attık ve kurtulduk :)








Yemek sonrası Södermalm’a dönüp Gröne Jagaren isimli barda (aynı zamanda casino olan bir bölümü de vardı) bir Falcon bira içiyoruz ve öneri üzerine Bigben isimli barda canlı müzik dinlemeye gidiyoruz. Canlı müzik beklediğimden başarılı, bir hayli eğleniyoruz. Çalan grup keyifli bir grup, İngilizce çalıyor olmaları güzel. Ben yine barda da toplumsal araştırmalara devam ediyorum, dikkatimi çeken barda yaş ortalaması biraz garip, genç nüfus oldukça fazla olmakla birlikte 50-60 yaş erkek/kadın bir grupta var. İstanbul'da pek alışık olmadığımız bir manzara. Bir de basçı çocuğun haline yine üzüldüm. Basın sesine oldum olası bayılırım ama malesef bas gruplarda hep ezik kalır, arkada sönük olandır. Burada da öyleydi, ben biraz üzüldüm program sonunda en çok onu alkışladım :) Gece çıktığımızda hemen her yerde kusan İsveç'liler gördük. Hayır dokunuyor madem içmeyin arkadaşım, rezillik resmen :)




Bu arada Stockholm gece çok güzel bir şehir, köprülerde adadan adaya yürürken manzara sizi büyülüyor.


Gerçi gündüz de güzel, ama güneşli bir yaz günü bunun fotoğraflara yansıması daha güzel olabilir.



Efendim geliyorum son günümüze akşam uçağımız olduğu için son günü sadece müzeye ayırma kararı verdik. Stockholm'de gerçekten çok müze var. Bizim öncelik tercihimiz ABBA ve Vasa müzeleri oldu. Pişman olmadık. Bir daha gitsem Moderna Museet'e de giderim ama napalım zaman yetmedi. İki müzeye de gitmek için Central Station'dan S7'yi (tramvay) kullanabilirsiniz.

Vasa müzesinde Vasa isimli 1628 tarihinde ilk seferine henüz çıkmışken batan bir geminin sergilendiği müze. Sergilendiği diyorum zira gemi %98 oranında gerçek hali olacak şekilde denizden çıkarılmış ve şu an sergileniyor. 1961'de açılan müzede 5 katta gemiyi gezebiliyor ve gemide ölen yaklaşık 50 kişilik personelin bir bölümünün iskelet ve kıyafet analizleri sonrasında tahmini olarak ulaşılmış fotoğraf ve mumyalarını görebiliyorsunuz. Gerçekten farklı bir deneyim. Müzede önce filmi izlemenizi öneririm. Film detaylıca geminin batışından, çıkarılma hikayesine, oradan da iskelet ve kıyafetlerin analizine kadar her şeyi anlatıyor. 

Geminin batma sebebi olarak, aslında zaten hiç denize çıkmaması gerektiği, zira rüzgarla baş edemeyecek ve yukarıdaki büyük gövdeyi taşıyamayacak bir dizaynda olduğu söyleniyor. Zaten limanda bile dengesiz olduğu görülen gemi limandan ayrıldıktan birkaç dakika sonra uğurlayan insanların gözlerinin önünde batmış. Geminin süslemeleri gerçekten görülmeli bu arada, bu kadar emeğe batmasına ayrıca üzülüyor insan. Gerçi muhtemelen batmasa şu an müzede olmayacağı düşünülünce süslemelere yine de değmiş diyebiliriz sanıyorum :)
















Diğer müze de ABBA müzesi. ABBA ben doğduğumda kendini lağvetmiş bir grup aslında :) Benim gençliğimin müziği vs tadında yorumlar yapmam mümkün değil elbette ama sonuçta müzik dinlemeyi biraz seven bir insan ABBA'nın en azından 1-2 şarkısını biliyordur. Mamma Mia, Waterloo, Dancing Queen gibi...

Müze gerçekten çok etkileyici hatta gezerken keşke o dönemde 15-16 yaşlarında olsaydım da bu gezdiklerimi yaşama fırsatım olsaydı diye düşündüm. Yaşamasanız bile tüyleriniz diken diken oluyor, o yüzden bir de yaşasaydım nasıl etkilenirdim bilemedim. Müzeyi ABBA seven birilerinin dizayn ettiği belli. Müzikler, kıyafetler, albümler, dekor muhteşem. Sizi alıp 70-80'lere götürüyor. Ayrıca müzede dans edebiliyor, şarkı söyleyebiliyorsunuz. Teknolojiden sonuna kadar faydalanılmış.





Grup üyelerinin Waterloo ile Eurovision kazanırken giydikleri kıyafetler


 


Gözünüzde canlardırmaya çalışmanıza gerek kalmasın diye şunu da koyayım :)





Orjinal albümler


 ABBA konseri? :) Siz de katılın, siz de söyleyin...



Stockholm'den dönmeden yapmak istediğimiz son şey kaldı Absolut Ice Bar. Bar yine Central Station'ın hemen yanında. Biz iki gün boyunca 4 kere şansımızı denedik ve hiç açık yakalayamadık malesef. Sorun bizdeydi sanıyorum, internetten bakınca saatler gayet net aslında ama kısmet diyorum. Belki dilimiz buza yapışacaktı bir şey olacaktı diye düşünüp Hakuna Matata diyorum. Siz giderseniz saatleri önceden araştırın ve gidin.

Evet iki günlük küçük ama kapsamlı Stockholm turu böyle oluyor. Pazar akşamı dönüş uçağımız pilotun isteği ile 15 dk öne çekiliyor :) Bunu gerçekten anlamadık ama açıklama bu şekilde yapıldı. :) Mutlu, huzurlu dönüyoruz. Ne kadar etkiliyor Stockholm beni emin değilim ama bence güzel ve görülmeye değer bir şehir, ayrıca eğlence hayatı da beklentimin üzerinde.

İyi gezmeler...

Magnet
Gezinin magnetleri şöyle (bulanık çekmişim azıcık ama idare edersiniz umarım)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder