8 Aralık 2014 Pazartesi

TRABZON

Sıra geldi Trabzon'a, ki kendisi memleketim de olur :) Bizim evde zaten bolca pişen yemekleri yerinde yeme fırsatı buldum aslında her gittiğimde...

Yeşilliği, yağmuru ve en çok da insanları ile meşhur bu şehri görmenizi kesinlikle öneririm. Tercihen yaz aylarında gidebilirsiniz. Kışın fazlaca yağmurlu oluyor, gerçi yazın da yağmurlu oluyor. İşte yani biraz da sizin şansınıza bağlı :) Benim Mart'ta gidip T-Shirt ile gezmişliğim de var - küresel ısınma diye buna diyorlar sanırım. :)

Trabzon merkez küçük bir yer aslında çarşıda şöyle bir gezmeniz öneririm. Bir çok mağaza bulunuyor. Keyifle gezip, alışveriş yapabilirsiniz. Özellikle yöresel yiyeceklerin satıldığı yerlere uğramakta fayda var.

Yemek yemek için önceliği Akçaabat'a vermenizi öneririm. Körfez restaurant'ta köftenin, hamsinin, Karadeniz Mezgitinin dibine vurmakta fayda var :)

Ayrıca yine Akçaabat'ta Nejla Hanım'ın yerinde Laz böreği yenmeli. Börek deyince tuzlu bir şey beklemeyin. Bildiğiniz baklavanın içinde bir muhallebi düşünün (tabii dolayısıyla baklavaya göre çok daha hafif), kesinlikle enfes...

15 Kasım 2014 Cumartesi

İSVEÇ - STOCKHOLM

Bir haftasonu Nordic bir yerlere mi gitsek cümlesiyle başlayan plan, 1 saatin sonunda alınmış bir Stockholm bileti ile tamamlandı ve geçtiğimiz haftasonu Stockholm'e doğru ufak bir yolculuk yaptım.

Öncelikle Kasım ayının bu seyahat için aslında çok da uygun olmadığını söylemek mümkün, zira hava 1 derece idi. :( Daha önce böyle bir soğuğu Ocak ayında Prag ve yine Ocak ayında Varşova'da yaşamıştım sanıyorum. Stockholm'ü Ocak ayında düşünemedim, düşünmek istemedim. :) Ama diyebilirim ki siz dereceyi bilir ona göre giyinirseniz bir şekilde sıkıntı yaşamadan gidip gezip dönebiliyorsunuz.

Cuma akşamı THY uçağı ile gittik Stockholm'e. Uçuş 3 saat civarında sürüyor. Türk'ten çok İsveç'li vardı uçakta, onlar bizden daha çok tercih ediyorlar bu dönemde turistik geziyi sanıyorum (haliyle). Stockholm'e varışta Türk vatandaşları için biraz sıkıntılı sayılabilecek bir kontrol var. Gelen göçmenlerden o kadar sıkılmışlar ki "Hangi otelde kalacaksın"dan, "Neden geldin"e, "İsveç'te tanıdığın var mı"dan, "Otel rezervasyonunu görelim"e kadar her şeyi sordular. Ama davranış şekilleri çok kibar, yani sürekli bir şey sorup cevap istiyor ama gıcık davranmadan bunu yapabiliyorlar. Enteresan bir becerileri var :)  Neyse bu kontrollerin nedenini şehre girdikten sonra net bir şekilde anlıyoruz zira her yerde evsizler var. Hemen her sokak başında 2-3 kişilik aileler halinde yerde yatıyorlar. Geceleri nevresim takımlı yataklara dönüşüyor bu evler, gündüzleri toplanıp kutu haline getiriliyor. Evlerini toplayıp dilenmeye çıkıyorlar yani. Çoğunlukla göçmen ağırlığı Romen'lerden oluşuyor. Ama bir evin/yatağın yanından geçerken ev sahiplerinin Türkçe müzik dinlediğine de şahit olduk.

Havalimanı çıkışında sizi "Wellcome to my hometown" yazıları ile çeşitli sanatçı billboard'ları karşılıyor. Bu kadar çok ünlü İsveç'li olduğunu bilmiyordum. Türkiye'de olsa kim koyulabilir diye de düşündüm de baya zorlandım açıkçası.



Otobüs, taksi ya da tren (Arlanda Express) ile şehir merkezine gidebiliyorsunuz. 20 dakikada bir tren kalkıyor, biz tren ile gitmeyi tercih ettik, En kısa süren opsiyon tren çünkü, sadece 20 dk'da Arlanda havalimanında Stockholm merkez tren istasyonuna ulaşılabiliyor.

İlk gece varışımız biraz geç olduğu için hemen otel yakınında bir Bar'a gidip bir bira içtik ve ertesi günkü yoğun programa hazır olmak adına uyku moduna girdik.

Cumartesi programına başlamadan önce Stockholm hakkında bilgi vermek gerekirse toplamda 7 adadan oluşan şehir haritadan bakınca size büyük gelse de aslında her yere yürüyerek ulaşmak mümkün. Adalar arasında köprülerden geçip manzarayı seyredebiliyorsunuz. Ancak daha önce de belirttiğim gibi bunu yapabilmek için önce hava durumunu bilip ona göre giyinmiş olmak gerekiyor. Yürümek istemezseniz de şehrin her yerine metro ile gidebiliyorsunuz. Metro girişlerinde görevliler ve her tür sorunuz için size yardımcı oluyorlar. Kendi kendinize çözmeye çalışmadan direk onlara sorarsanız süper bir program ile gelebilirler karşınıza rahat olun. :)


HAKUNA MATATA - Afrika'dan size kalan...

Yaşanılanlar, yenilenler, içilenler bir yana Afrika'dan aklında kalan bu işte... Ömür boyu unutmamak dileğiyle :)


5 Kasım 2014 Çarşamba

İTALYA - CENOVA - CINQUE TERRE

Hiç aklımda yokken Fransa diye çıktığım tatilin bir anda rüya şehrime (şehir değil aslında da neyse) gitmemle tamamlanması benim için paha biçilemezdi gerçekten. Yaklaşık 1 senedir görmek istiyorum diye inlediğim Cinque Terre'e tamamen tesadüfen gitme şansım oldu. "Eee Fransız Rivierası bu kadar, daha da 2 gün var şu senin köye mi gitsek?" diyen arkadaşım sayesinde, araştırmalara giriştik. Trenlere baktık direk Nice'den çok uzun olduğunu görünce acaba arada Cenova'ya gitsek hatta orada mı kalsak dedik vs derken kendimizi mini bir İtalya tatilinde bulduk. İyi ki de bulduk :)

Nice Cenova arası 3-3,5 saat sürüyor. Cenova çok güzel tipik bir İtalyan şehri. Arkadaşımın daha önceden tanıdığı ve Cenova'da yaşayan bir arkadaşını da aradık gitmişken otel, tren vs sormak için. Kendisi gittiğimiz gün öğle yemeğinde bizimle buluşup gerekli tüm turistik bilgileri de verdi sağ olsun :)  Böylece Cenova'da ne yenir, ne içilir, neresi gezilir, Cinque Terre'ye nasıl gidilir hepsini öğrenmiş olduk ve İtalya başladı!

Şehir çok güzel, insanlar hep yardımcı. İtalya'da olduğunuzu hemen anlıyorsunuz. Keyifli, eğlenceli ve hareketli insanlar karşılıyor sizi. Snob Fransız'lardan daha iyi. Yani tamam Fransızlar da çok kötü değiller ama net bir İtalyan da değiller :) Akdeniz insanı candır :)

Cenova'da bir çok küçük meydan var. Biz otelimize çok yakın (otel iyi olmadığı için önermeyeceğim. Booking.com'un kazığıdır kendisi - Hotel Cairoli) Bar Cavo isimli eski bir cafe'de kahve içerek başladık güne. Bar Cavo bizim İnci pastanesi tadında, çok eski ve tatlıları ile ünlü bir cafe.

19 Ekim 2014 Pazar

FRANSIZ RIVIERASI (NICE - EZE - MONACO - MONTE CARLO - CANNES )

Üzerinden çok zaman geçmeden, unutmadan yazmaya çalışacağım yine. Kurban bayramı için seçimim Fransız Rivierası oldu. Hani değdi mi derseniz, değdi elbette ama nedense bugüne kadar duyduğum, hayal ettiğim gibi bir yer de değildi. Tipik bir Avrupa pazarlaması diye düşünüyorum. Yani gidilir mi gidilir ama başlıkta bahsettiğim bölgeler için maksimum 3 gün gezilir ve dönülür kanaatindeyim. Ee tabii yaz dönemi gidiyorsanız üstüne 2 gün daha koyup deniz de yaparsanız 5 güne çıkabilir ama bence ötesi yok.

Neyse daha fazla ukalalık yapmadan başlayayım şehir şehir anlatmaya...

Öncelikle THY Nice uçağıyla gidip tüm bölgeyi Nice'de kalarak gezmeye karar verdik biz. Birbirlerine trenle çok yakın olan yerler olduğu için size de önerim kalmak için Nice'i tercih etmeniz olabilir.

NICE
Uçağın havalimanına inmesi ile şehir merkezindeki otelime varmam arasında tam 15 dakika vardı. Gerçekten inanılır gibi değildi. Pasaport kontrolü  3 dakika sürdü (bayram nedeniyle uçak full olmasına rağmen), bavul gittiğimde gelmişti, taksiye bindim 10 dakika sonra oteldeydim. Kendim de pek inanamadım. Otelimiz Brice isimli bir oteldi, yine booking.com'dan bulundu elbette. Konumu çok merkeziydi.  Oldukça memnun kaldık hem konum, hem fiyat, hem hizmet açısından.

Nice'e bizim gibi deniz dışı bir mevsimde gidiyorsanız, şehirde ilk iş Promenade des Anglais'de (sahildeki caddenin adı) yürüyüş yapmanızı ardından da bunun sonundaki old town (vieille ville)  tabir edilen yerde dolanmanızı öneririm.

Place du palais de justice'de pazarı gezmeniz, meydanda bir kahve içmeniz ve sonrasında çiçek pazarında (marche aux fleurs) dolaşıp alışveriş yapmanız zaten yapmadan dönülmemesi gerekenler arasında. Özellikle çiçek pazarı çok keyifli. Biraz Barselona La Boqueria, biraz da Amsterdam Bloemenmarkt tadında. Zaten şehir içinde yapacağınız fazlaca bir şey yok ama bu aktiviteler zaten oldukça keyifli. Pazardan alınabilecek şeyler sabun, zeytin, meyve, çiçek, şekerleme gibi küçük hediyelik şeyler.





15 Ekim 2014 Çarşamba

PART 3 - TANZANYA - ZANZIBAR

Ve Nairobi Masai Mara, Arusha Ngorongoro sonrası sıra deniz tatilinde, Zanzibar'a Precision Air ile uçuyoruz. Çok parlak olduğu söylenemez ama beklediğimden iyi bir seyahat. Yaklaşık 1 saat sürüyor. Zanzibar büyüleyici bir yer, deniz, kum, güneş, eğlence, yemek ne arıyorsanız buluyorsunuz burada.


Otelimiz Z Hotel adanın kuzeyindeki Nungwi bölgesinde. Havalimanından otele gitmemiz yaklaşık 1 saat sürüyor. Nungwi beachlerin olduğu bölge, bunun dışında önerilebilecek bir de Kendwa bölgesi var. O bölgeye de gittik orası biraz daha güzel geldi bize. Kendwa Rocks isimli oteli özellikle önerebilirim. Bir daha gitsem Kendwa'da kalırım sanıyorum.

Nungwi plajları gerçekten çok güzel, otelin hemen önünde denize girebiliyoruz. Deniz muhteşem, kumsal ayrı güzel. Masal dünyası gibi bir yer burası. Baobab Beach bizim en beğendiklerimizden biri oldu. Ada genelde İtalyan ve İngiliz turist ağırlıklı.


PART 2 - TANZANYA - ARUSHA - NGORONGORO

Nairobi ve Masai Mara sonrası sıra geliyor Kenya'dan Tanzanya'ya ulaşmaya, aslında Nairobi Arusha arasında uçak opsiyonu var ancak biz nedendir bilinmez araç tercih etmişiz. Araç dediğim şehirler arası minibüs, şehirler arası minibüs dediğim aşağıdaki :) Bagajlar yukarıda, yolculuk 6 saat sürüyor. Halimiz içler acısı, ama Hakuna Matata demişiz bir kere sesimiz çıkmıyor eğleniyoruz. Seyahat öncesi aldığımız yarım bavul temizlik ve hijyen malzemesinin büyük kısmını bu gezi sırasında kullanıyoruz.


Tanzanya geçişi pasaport kontrolünde ortalık karma karışık Türk vatandaşlarından vize alınmıyor. Etrafta bir sürü insan var, otobüs şoförümüz özellikle bizi (otobüste sadece 3 beyaz var) hırsızlara dikkat etmemiz konusunda uyarıyor. Otobüsten tanıdık bir kaç yüzün arkasına takılıp gidiyoruz. Pasaporttan önce sarı humma aşı kartımızı soruyorlar ve ben kendisini bavulda bıraktığımı fark ediyorum. Minibüsün tepesinden bavul indiriliyor, kart çıkarılıyor. Minibüs şoförümüz gıkını çıkarmıyor, çok nazikler. Ayrıca hayatımda ilk defa ayrımcılığa ben uğruyorum, aşı kartımı göstermem gereken adam bana "White Girl - Beyaz Kız" olarak hitap ediyor :) Değişik bir his :)

Kazasız belasız geçiyoruz ve Arusha'ya varıyoruz. Arusha'da iki gece kalacağız. Otelimiz şehir oteli, Arusha zaten genel olarak insanların Serengeti ya da Ngorongoro öncesi kalış yeri. Kapadokya'ya gitmiş ama Nevşehir'de kalıyormuşsunuz gibi düşünün :) Kaldığımız otel şehrin ortasında ama şehrin ortası Sirkeci tadında. Doğubank'ta kalıyoruz gibi bir durum :) (Her yeri Türkiye'den bir yere benzetme hastalığı devam) Otel etrafı pek tekin olmadığı için ilk gece otelde yiyoruz. Tanzanya'lı bir teyze bizim için yemek pişiriyor. Uzun zamandır yediğim en güzel yemek. Baharatlar, soslar muhteşem.

Ertesi sabah kalkıp yeni rehberimiz Sisti ile yola koyuluyoruz ve Ngorongora'ya gidiyoruz. Yolda bir sürü kahve bahçesi ve kahve fabrikası görüyoruz. Tanzanya'da en çok dikkatimi çeken şey dükkanların isimleri ile görüntüleri arasındaki tezat. Luxury, Fancy, Hope gibi kelimelerin altında çok fena görüntüler var. Hakuna Matata böyle bir şey sanıyorum. Bunları görünce bir tebessüm ediyorsunuz önce, sonra da garip bir hüzün kaplıyor içinizi. İnsan doğacağı yeri kendi belirlemiyor, işte adına kader dediğiniz böyle bir şey sanıyorum. Herkes gördüğü kadarını gerçek sanıyor ve onu biliyor. Afrika'da enteresan olan ise şu; gördüğünden memnun, şart ne olursa olsun memnun insanlar. Az ya da çok, hayatı yaşamaya değer buluyorlar ve fazlası için saygısızlık peşinde değiller. (Bahsettiğim her şey gittiğim yerlerle sınırlı, tüm Afrika için bu kadar genel konuşulmalı mı bilemedim tabii)





PART 1 - KENYA - NAIROBI - MASAI MARA

Bunu nasıl anlatmalı hiç bilemiyorum, nasıl başlamalı, nereden devam etmeli... Öncelikle şunu söylemeliyim, ben bundan önce hiç tatil yapmamışım, dünyada hiç bir yer görmemişim gibi hissettim. Ve dünyanın aslında ne kadar farklı ve ne kadar da büyük olduğunu, yapacak, görecek ne kadar çok şey, yer olduğunu fark ettim. Kısacası sanırım Afrika ruhumu, ufkumu açtı benim... Ayrıca bundan sonrası için tüm tatil planlarımı değiştirdi. Avrupa'yı bitirdi örneğin. Gerçi Avrupa zaten bitmişti ama daha da bitirdi. Nereyi görmeliyim, sırada neresi olmalı diye düşünmeye itti beni Afrika... Aslında zaten gezmeden duramayan ruhumu iyice gezme meraklısı yaptı. Artık hayat bana daha bir "Wanderlust"!

Önce planlama kısmı ile başlamalıyım sanıyorum. İki kişilik bir geziydi bizimki, turlara bir süre baktıktan sonra biz turdan daha iyisini planlarız diyerek giriştik işe ve ilk iş olarak Nairobi gidiş, Dar Es Salaam dönüş uçak biletlerimizi aldık. Sonrası ortasını doldurmaktı, internet araştırmaları ile tura Masai Mara'da safari ile başlayıp (Bunun için gideceğiniz tarihe göre hayvanların nerede olduğunu kontrol etmeniz gerekiyor. Kuraklık durumuna göre Masai Mara ya da Serengeti'ye gitmeniz daha çok hayvan görmek açısından önemli) oradan Tanzanya'ya geçmeyi, Tanzanya'da Ngorongoro Krater gölü sonrası Zanzibar'a giderek denizin tadına varmayı kendimize uygun bir rota olarak belirledik.

Internetten araştırıp Safari için yerel tur bulmaya çalışırken, arkadaşımın şirketinin Kenya ofislerinin çalıştığı turizm şirketini öğrendik ve oradaki tüm tatil planımızı onlara anlattık. Onlar da bizim anlattığımız plan üzerinden bize kusursuz bir detay çalışma yaptılar, oteller, ara transferler hepsi için seçenekleri sundular. Açıkçası gitmeden önce bir miktar kuşkum vardı, kağıt üzerinde süper görünen planın orada aksaklıklara uğrayacağını düşünüyordum ama Rickshaw beni yanılttı - çok şükür :) Turizm acentasının adı Rickshaw. Kuşkusuz öneriyorum, Afrika seyahat planınız varsa direk temasa geçebilirsiniz.

Başlayacak olursak 6,5 saatlik bir uçuş ile Atatürk Havalimanından Nairobi'ye varıyoruz. Nairobi'de bizi rehberimiz Michael karşılıyor ve konaklamak üzere direk olarak otelimize ulaştırıyor. Otelimiz Southern Sun Mayfair. Daha otel girişince bahçede bir kurbağa ile karşılaşıyoruz. Ufak çaplı bir kriz yaşıyoruz odaya girerken, sonra Afrika'da olduğumuzu ve hayvanlara alışmamız gerektiğini fark ediyoruz :) İlk gün kurbağa ile macera yaşarken son günlerde geldiğimiz noktayı tahmin edebiliyorsunuzdur sanıyorum...

Nairobi aslında bizim için geçiş noktası, 1 gün geçirip ertesi gün Masai Mara'ya doğru safari macerasına başlayacağız. Sabah kahvaltıda Artcaffe'ye gidiyoruz, bu cafe Nairobi'de bir çok yerde var. Yemekleri ve kahveleri oldukça iyi. Diğer önerilen cafe de Nairobi Java House, biz gitmedik ama onun da iyi olduğunu söyleyenler oldu.

Oradan meşhur Massai market'a gitmek istiyoruz. Bu pazar yeri haftanın her günü farklı bir yerde kuruluyor. Bu nedenle internetten o gün nerede olduğuna bakmanız gerekiyor. Bizim gideceğimiz Cuma günü pazar Village Market denilen bir yerdeydi. Taksi ile cafe'den direk olarak pazara gidiyoruz. Pazar yeri çok keyifli bilimum hediyelik eşyaları buradan bulabiliyorsunuz. Pazar yerini bulabileceğiniz internet sayfası için tıklayabilirsiniz. Pazarda pazarlık etmeyi aman unutmayın.

15 Eylül 2014 Pazartesi

MARMARA ADASI

Efendim gitmezseniz öleceğiniz bir yer mi? Hayır. Hatta ne kaybederiz derseniz? Yani bir gidin görün fikir sahibi olmuş olursunuz en azından diyebilirim :) Yok yani aslında o kadar da kötü değil gerçekten. Belki benim ön yargılı gitmemim ve hatta sezon sonu (Eylül) gitmemin de etkisi olabilir.

Adaya feribotla ulaşıyorsunuz (haliyle), Tekirdağ'dan arabalı feribot ile ya da Bostancı-Yenikapı'dan denizotobüsü ile gidebiliyorsunuz. Bostancı'dan 3,5 saat sürüyor. İlk ön yargı da burada başlıyor aslında. 3,5 saatte Londra'ya giderdim ben diye söylene söylene gittim mesela ben. Neyse adada 2-3 tane otel var. Bir tanesi direk feribottan iner inmez karşısınıza çıkan Sunlight. Öyle otel derken fazla beklentinizin olmaması gerektiğinin farkındasınızdır umarım... Hayır beklentiniz varsa sıkıntı olacaktır.

Neyse ada büyük ama yapılacaklar çok fazla değil. Sahilde bir kaç tane çay bahçesi var, orada oturup çay, ada çayı, kahve içebilirsiniz. Fazla seçenek yok malesef. Tost olarak sadece Ayvalık tostu var. Çay bahçelerinin hemen arkasında yol üzerinde çok güzel pastaneler var, sabahları önlerine tezgah açıyorlar. Her şey o kadar iştah açıcı ki hemen bütün ürünlerden almak istiyorsunuz.

Uzun zamandır yaptığım gezilerden vardığım sonuç turistik yerleri güzelleştirmek yerine mahvediyoruz. Adalar mesela, elinde dört tarafı deniz ile çevrili muhteşem bir yer var, cafeler açmışsın, restaurant'lar koymuşsun. İnsan birazcık sadece birazcık görüntüye özenir. Yeşil tenteler, florasanlar, her biri 5 benzemez yan yana mekanlar... Halbuki en azından sahildeki şu çay bahçelerine beyaz tahta masalar koysan, her birinin masa örtülerini farklı farklı yapsan. Biri mavi, biri kırmızı, pötikareler vs vs Daha insanlar feribotla yanaşırken kendilerinden geçseler... Adada bunu yapan tek mekan vardı. Adı Rengarenk, çok keyifli bir cafeydi. Sahibi de çok ilgili ve tatlı bir bayandı. Kendisine ayrıca teşekkür ettim tabii ben bu özeni için :)



Adada gitmeyi tercih ettiğimiz iki köy oldu, biri Çınarlı, biri Manastır. Manastır deniz için, Çınarlı ise sadece görmek için. Çınarlı'nın girişinde 1001 yılında dikilen kocaman bir çınar ağacı var. Minibüsler ile adadaki tüm köylere gidebiliyorsunuz. Eylül'de saat başıydı bu minibüsler, normalde yarım saatte birmiş. Ayrıca her yerde taksi seçeneği var. Çok daha kısa sürüyor, tercih etmenizi öneririm.


Manastır gerçekten çok güzel bir koy. Bana biraz Sakız adasında gittiğim koyları anımsattı. Deniz çok güzeldi, hemen koyun içindeki Davran Motel'in restaurant'ı da öğlen yemeği yemeniz açısından ideal. Yeterli şeyler mevcut; bira, patates, hamburger, ice coffe, çay, hatta zeytinyağlı tabağı (benim tercihim bu yönde olur genelde) vs vs


2 Eylül 2014 Salı

İTALYA - BOLOGNA

Aslında hedefim Bologna değildi açık söylemek gerekirse ama İstanbul'dan Milano'ya gittiyseniz, boş gününüz de varsa Bologna'ya gitmenizi önerebilirim. Başka bir deyişle; İstanbul'dan kalkıp Bologna'ya direk tatil için gitmenizi önermiyorum :) Milano'dan tren ile 1 saat 5 dk'da ulaşabiliyorsunuz Bologna'ya.

Şehire kızıl şehir diyorlarmış ki çok haklılar şehirde tüm binalar kırmızı, turuncu renkli. Bu da tabii genel olarak çok tarihi ve güzel bir atmosfer veriyor şehre. Binaların arasında, ara sokaklarda gezinirken kendinizi Ortaçağ'da kaybolmuş hissediyorunuz.


Tren garı ile şehir meydanı arasında Via dell'indipendenza var, burası alışveriş caddesi. Bana genel olarak Cenova'yı hatırlattı burası.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

TUNUS - TUNUS HAMMAMET SOUSSE

Bu sefer değişiklik yapıp yaz, deniz tatilini Türkiye'de ya da Yunan Adalarında değil de taa Afrika'da geçireyim dedim :) Tunus normal şartlarda çok aklıma gidip gideceğim bir yer de değildi aslında ama bir arkadaşımın ablası orada yaşadığı için bizi gezdirebileceğini de düşünerek bu şekilde bir programa girmiş bulunduk. 

Tunus'ta konaklama için tercihimiz Hammamet oldu ama gündüz denize girmek dışında otelde pek kalmadık. Genel olarak akşamları şehir şehir gezdik diyebilirim. Gidilebilecek 3 tane şehir var. Tunus, Hammamet ve Sousse. 3'ü de görülmeli. Bir daha gitsem yine Hammamet'te kalırım muhtemelen çünkü ulaşım açısından daha mantıklı bir konumda. Ama aslında Sousse'u şehir olarak daha çok beğendiğimi söyleyebilirim.

Tunus'a gitmek için saatleri daha uygun diye Tunus Air'ı seçmişiz. Büyük hata, siz yapmayın! Uçağın içinde bir tek zıplayan horoz, tavuklar eksik. Giderken koltuğumun kolu yoktu mesela, kopmuş :) Baya eğlenceli, otobüs yolculuğu vari bir gezi sonrasında Tunus'a 2 saat rötarla vardık. (Aslında 1 saat rötar vardı ama nasıl olup da 2 saat geç vardık onu biz de pek anlamadık) Bu arada Tunus'ta saat 2'ye gelmiş olduğundan (TR saati 4), bavulları aldık ve direk otelimize yerleştik. Arkadaşımın ablası sabah arayıp ona getirdiğimiz yiyecek dolu bavuldan giysi çıktığını iletince bavulları karıştırdığımızı anlayıp sabah havaalanına gidip 1 saat bavul arayıp neyse ki bulduk. Ve tatil yine bir macera ile başladı... (Şaşırdık mı? Hayır!)

Tunus'da araba kiralamadığınız taktirde ulaşım biraz sıkıntılı. Etrafta ulaşım vari bir araç görmedim. Taksiler sadece şehir içinde çalışıyor, diğer şehirlere geçilemiyor malesef. Sadece havaalanındaki taksiler ile direk diğer şehirlere gidebiliyorsunuz. Bu arada benzin ve araç kiralama gerçekten inanılmaz ucuz, insan bir kez daha nasıl bir kazık yediğimizi görüp sinir oluyor. Benzinin litresi 1,67 dinar, yani 2,17 TL... Başka yoruma gerek yok bence.

Hammamet'te otel tercihi olarak önerim Radisson Blu. Gerçi otellerin hemen hepsi iyi diyebilirim. 4-5 yıldızlı otellerin hepsinin plajı var ve denizi çok güzel. Deniz kenarında şezlongda yatıp Ice Coffee keyfi yapıyorsunuz demek isterdim ancak Tunus insanına malesef Ice Coffee'yi anlatmayı başaramadım :( Genelde buz ve sıcak kahve geldi, ben karıştırdım olabildiğince. Neyse ama deniz kenarında şezlonda yayılıp, biranızı alıp kitabınızı okumak için ideal, çok sakin ve keyifli. Yalnız siz bu eylemleri yaparken önünüzden develer geçebiliyor... Aşağıda gördüğünüz devenin adı Jacklin'di. 10 Euro'ya kendisi sizi deniz kenarında gezdiriyor. Ben denemedim ama binen İngiliz turistler vardı. Plajda ayrıca sörf ve parasailing de yapabiliyorsunuz.



Tunus'lular genel olarak çok yardımcılar. Bilindik kurnaz Arap zihniyetini görmedik açıkçası. Sadece biraz ağırkanlı oldukları söylenebilir. Ama o sıcak iklimde normal sanıyorum. Bayram döneminde gittiğimiz ve onlarda da Ramazan Bayramı olduğu için onların da tatil sürecine denk geldik. Yalnız biraz enteresan bir şekilde son güne kadar bayramın günü belli değildi Tunus'ta. Ayın durumuna göre karar verildiğinden, Pazar günü bayramın Pazartesi başladığına kanaat getirdiler. (Türkiye'de zaten olduğu üzere :) )

Tunus Merkezde gezmek için ilk gitmeniz gereken yer Sidi Bou Said. Burası kapıları ile meşhur. Beyaz, mavi evler ve mavi kapılar gerçekten görsel bir şölen. Ayrıca öğrendiğime göre bu kapıların üzerinde ne kadar fazla çivi varsa, o ev sahibi o kadar zengin demekmiş... Sidi Bou Said'in deniz manzarası da çok güzel.


8 Ağustos 2014 Cuma

AMERİKA - NEW YORK

Evet sıra geldi nereden başlayıp nasıl bitireceğimi bilmediğim şehire, New York... Gittiğim yerler içerisinde diyebilirim ki yaşanabilirlik olarak ilk 3'e girer. Çok hareketli, karışık, kalabalık bir metropol New York. Öyle metropol olarak bildiğiniz diğer şehirlerden daha farklı bir metropol burası, yani metropollüğü sonuna kadar içeren bir metropol :)



Neyse manasız kelimelerden sonra sırasıyla anlatmaya başlayalım. Ben toplam 7 gün kaldım ve bunların 6'sını direk olarak Manhattan'da geçirdim. Yetti mi derseniz yetti, fazla geldi mi derseniz kesinlikle tam geldi. :) NYC'ye gitmeden önce yanınıza rahat bir ayakkabı almanızı öneririm. Zira ben nerdeyse bütün şehri yürüdüm. Manhattan adasını Kuzey'den Güneye yürüyerek 3-4 kere gidip gelmişimdir toplamda heralde :) Dolayısıyla aşağıda belirttiğim herşeyi yiyip kilo almadan dönmeniz mümkün :)

Benim büyük şansım gitmeden önce daha önce orada yaşamış/gitmiş olan arkadaşlarımızdan bolca öneri almam oldu. Önerilerin bir çoğunu denedim ve hiç de pişman olmadım açıkçası... Otelden başlamak gerekirse 34th Street ile 8th Avenue'nin kesiştiği yerde The New Yorker Otel isimli bir otelde kaldım. Otel merkezi olması açısından gerçekten çok iyi bir konumdaydı. Odaların küçük olması dışında temizlik vs konusunda da sıkıntı yaşamadım. Zaten otelden başka da bir beklentim yoktu. Bu arada NYC ile ilgili bir bilgi, oteller oldukça pahalı ve kalite burada alıştığınızdan uzak. Türkiye'de 4 yıldızlı bir otelde kalmak ile NYC'de kalmayı karşılaştırmamanız gerek. Otelin internet adresi tık.  

İlk günü çift katlı şehir turu alarak geçirdim. Size tavsiyem şehirde gidilecek olan yerleri görmeniz açısından bu olacak. Ben ilk gün bu turu nerelere gideceğime karar vermek açısından değerlendirdim açıkçası. Ayrıca otobüsteki rehberler bir stand up havasında size şehir ile ilgili bir çok bilgiyi de veriyorlar... Bu da oldukça iyi oluyor. Tur kişi başı $54, bu tur ile 24 saat boyunca bu otobüsleri kullanıp Uptown, Downtown, Brooklyn turu ve gece turu alabiliyorsunuz. Bu turları ayrı ayrı almak isterseniz (sadece biri) $44. Bu nedenle toplu alıp gezmekte fayda var.

İlk gün otobüsle giderken Pier 17 isimli limanda durup inip köprüye karşı bir şeyler içmenizi öneririm. Ben çok sıcak bir havada gittiğim için soğuk bir biranın gerçekten beni kendime getirdiğini söyleyebilirim. Pier 17'nin hemen yakınından Staten Island feribotları kalkıyor. Bu feribotlar ücretsiz ve buna binip Özgürlük Anıtının yakınından feribot ile geçebilir ve anıtı fotoğraflayabilirsiniz dilerseniz.

15 Temmuz 2014 Salı

MAGNETLERİM

Evet herkeste olduğu gibi bende de gittiğim yerlerden magnet alma hastalığı var. Ama sanırım benimki biraz farklı :) Farklı bir tutku, biraz takıntı diyelim. Prensipleri var benim magnet seçimlerimin. Öyle her magnet alınmamalı, magnetler alındıkları yerlerden belli özellikler taşımalı vs vs

Ayrıca magnetler özel olmalı, öyle buzdolabı üzerine koymayı uygun bulmuyorum, o yüzden onlar için ayrı bir magnet panom var. Ev taşıma sırasında en büyük sorun magnetlerimin paketlenmesi, bir tanesine bir şey olursa ciddi sıkıntı çıkartma riskim var. Bu nedenle evde magnet panosuna pek yaklaşmamaya çalışır genelde etrafımdaki insanlar :) Kazara kırılırsa can sıkıcı olabilirim zira :) Genelde onlara benim dışımda dokunan olmuyor bu nedenle, uzaktan bakıyorlar :)


30 Haziran 2014 Pazartesi

İTALYA - MİLANO ve MAGGIORE GÖLÜ

Akdeniz ve Ege seven bir insan olarak İtalya, İspanya ve Yunanistan tatil yerleri içlerinde favorilerim oluyor genelde.

Bu tatil için hedefim Milano'ydu, çok yakın bir arkadaşımın şimdilik 1 yıllığına Milano'ya taşınması ile planları yapmaya başladık :) Açıkçası şehir olarak çok bir beklentim yoktu Milano'dan daha çok arkadaşımı görme kısmı ile ilgileniyordum, ama gidip gördükten sonra şehir olarak da gayet tatmin edici olduğunu söyleyebilirim.

Daha önceki İtalya gezileri için; Roma, Floransa, Cenova&Cinque Terre, Napoli&Pompei
Bu arada Venedik yazımı bulamıyorum, uçmuş sanıyorum siteden... Notlarımı kurcalayıp tekrar yazmaya çalışacağım.

Milano'ya nereden başlamalı bilemiyorum. Öncelikle şehirde 3 adet havalimanı bulunuyor, gitmeden kontrol edip araştırmanızda fayda var. Genel olarak en yoğun uçuşların olduğu Malpensa. Bunun dışında Bergamo ve Linate de var. Hepsinden şehre otobüs ile ulaşım var. Ayrıca tren ve taksi ile gidebilirsiniz elbette. Ben Pegasus ile Bergamo'ya uçtum ve Bergamo'dan şehir merkezine tren ile ulaştım, beni almaya gelecek arkadaşımı beklerken Milano Centrale istasyonunda Lanzera Cafe'de Caprese'nin tadına baktım. (İtalya'ya geldiğimi hissetmem için mozzarella yemem gerek :) ) Bergamo havaalanı olarak gerçekten Milano ile çok uyuşmayan bir havalimanı. Zaten sadece Pegasus ve Ryanair uçuyor oraya, buradan bile beklentinizin ne olması gerektiği malum.
İtalyanlar genel olarak oldukça yardımcı ve sıcakkanlı. Aslında bu İtalya'nın güneyinde daha belirgin olmakla birlikte Milano'da da oldukça iyi olduğunu söyleyebilirim. Güney İtalya'dan farklı olarak buradaki insanların daha bakımlı olduğunu ise söylemek mümkün. Özellikle şehir merkezinde market alışverişine çıkmış 60-70 yaşında teyzelerin bile makyajlı ve şık giyimli olduğunu görüyorsunuz. Erkekler ise hem çok şık, hem de centilmen. Hemen her yerde kadın olmanın pozitif ayrımcılığını yaşıyorsunuz :) Sırada sizden önde bile olsalar bir bayan varsa yer veriyorlar. Türkiye'de alışık olmadığınız bir durum olduğu için başta garipseme durumu oluyor ama sonra alışıyorsunuz bu prenseslik hissine :) Bunun dışında özellikle iş saatlerinde Milano merkezde gezdiğinizde "İtalyan kesim" takım elbise denilen şeyin ne olduğunu ve kimlerin giymesi gerektiğini anlıyorsunuz :) Evet Milano'da beyler bu takım elbiselerin hakkını veriyorlar :)

Neyse bu kadar toplumsal bilgi sonrası şehre geri dönüyorum :) Ben arkadaşımın evinin çok merkezi olmasının tadını çıkarttım. Ev Brera'da ve Brera şehrin ana meydanına çok yakın. Otel arayışında bunu göz önünde bulundurmanızda fayda var. Çünkü Brera'da kaldığınız zaman aşağıda anlatacağım şeylerden hiçbiri için bir taşıta binmeniz bile gerekmiyor.

Şehirde bir turist olarak öncelikli gitmeniz gereken iki yer var; Duomo ve Castello Sforzesco (kale). Duomo'ya çıkıp bir şehri tepeden görmeniz şart. Ayrıca Duomo meydanındaki cafelerden birinde oturup bir kahve içmenizi de öneririm. Kale ise bir mimari harikası, içine girip kaybolmanızda fayda var. Öyle diğer turistik Avrupa şehirleri gibi değil Milano. Haziran ayında gitmeme rağmen çılgın bir turist kalabalığı ile karşılaşmadım örneğin. turistik gezi gibi değil de şehir sakini gibi geziyorsunuz.



25 Mayıs 2014 Pazar

KAZ DAĞLARI

Kaz dağları özellikle bahar aylarında 3-4 günlük tatiller için ideal bir gezi rotası. Biz öyle yaptık diye söylemiyorum, gerçekten doğru zaman bu bence :)

Öncelikle hareket, eğlence, dans, müzik vs arayışınız varsa Kaz dağları yanlış mekan. Sizi Ege-Akdeniz kıyılarına alalım. Buraya daha ziyade dinlenme, temiz hava alma, doğayla iç içe olma tatili diyebilirsiniz.
İstanbuldan feribot ile Bandırma’ya ardından da Susurluk, Edremit üzerinden Kaz dağlarına ulaşabilirsiniz. Biz giderken GPS’e uyup Çan yolundan gittik (daha kestirmeymiş), ancak Bayramiç sonrasında cidden Kaz Dağlarına kendi aracımız ile girmek durumunda kaldık ki yolda ayı ya da domuzdan geldiğini tahmin ettiğimiz bir ses duyunca cidden panik olduk. :) Ayrıca engebeli yollara dayanamayan aracın altı da birkaç kez yola çarpmak durumunda kaldı. Bu nedenle tavsiyemiz GPS’i kapatıp Susurluk üzerinden gitmeniz. :) Hem Susurluk’ta bir ayran içip yola devam etmenin keyfi de başka oluyor.

Kaz Dağlarında oteller/konaklar iki temel bölgede toplanmış; Yeşilyurt ve Adatepe. Biz tercihimizi Yeşilyurt’tan yana kullandık ve hiç de pişman olmadık. Adatepe Yeşilyurt’a göre biraz daha tenha bir yer. Gece gitmedik ama sanki geceleri biraz daha sıkıcı olabilir :)

7 Mayıs 2014 Çarşamba

KAŞ - KALKAN

Huzurun diğer adı bence Kaş. Bendeki yeri öyle ya da belki... Her yaz vazgeçilmezim olan ve bir haftasonu bile olsa uğramadan yazı tamamlayamayacağım Bodrum'un yerine aday mı? Emin değilim. Bodrum hala favori ama Kaş da ikinci uğrak yerim olarak adını kalbime yazdı diyebilirim :)

Kaş'a gelmeden Kalkan ile başlayayım anlatmaya. Yolculuk Dalaman havalimanından başlar, tercihen araç kiralanır ve Kalkan'a doğru yola çıkılır. Kaş-Kalkan Antalya'ya bağlı olmakla birlikte haritadan görebileceğiniz üzere aslında Muğla'ya ve buna bağlı olarak Dalaman'a daha yakınlar. Dalaman'dan yaklaşık 1,5 saat sonra Kalkan'a varabiliyorsunuz. Yol biraz virajlı ama çok da sıkıntılı değil. İsterseniz araç kiralamadan taksi ile de gidebilirsiniz. Yaklaşık 200-250 TL'ye götürüyorlar.

Biz Kalkan'da sadece 1 gece kalacağımız için orada yaşayan bir arkadaşımızın önerisi üzerine Moonlight diye bir yerde kaldık. Pansiyon tadında olduğu için çok bir beklentiniz olmasın tabii ama hem hizmet, hem de temizlikten oldukça memnun kaldık biz. Ayrıca pansiyonun terası manzara açısından gerçekten görülmeye değer. Kahvaltı da gayet başarılıydı.





Kalkan merkeze hiç inmedim diyebilirim. Denize girmek için ideal mekanın (öneri ile) Kulübe Otel'in beach'i olduğunu öğrendik. Gerçekten çok ama çok güzel bir mekan olduğunu söyleyebilirim. Gittiğimiz dönemin Mayıs olmasından da kaynaklanıyor olabilir ama huzurun diğer adıydı benim için bu plaj. Plajda oturup güneşlenip, kitabınızı okuyup sakin denize girebilir. Efes bardağında ice cafenizi yudumlayabilirsiniz. Sonra biraya geçilir tabii.